KARGALI: TEKE YÖRESÝNDE BÝR TAHTACI-
ALEVÝ-KÖYÜ[i]
Prof. Dr. Sabri ÇAKIR[ii]
I. GÝRÝÞ
1. Konu
Günümüzün en önemli tartýþma konularýndan birini oluþturan Alevilik olgusunu, Alevilerin yýllardan beri engellenen ibadet yapma özgürlüklerini ve kendilerini Sünni’lerden ayrý kýlan niteliklerini, taleplerini anlayabilmek için aþaðýdaki üç insanbilimsel soruya yanýt vermek gerekir:
· “Ýnsanlar ve toplumlar neden birbirine benziyorlar?
· Ýnsanlar ve toplumlar neden birbirlerine benzemiyorlar?
· Ýnsanlar ve toplumlar niçin ve nasýl deðiþiyorlar?”[iii]
Bu gibi sorular, tarihin ve insaný konu edinen sosyal-beþeri bilimlerin en zor sorularý arasýnda yer alýr.19.Yüzyýlýn ortalarýna kadar, filozoflarýn ve düþünürlerin bu tür sorulara verdiði yanýtlar birkaç baþlýk altýnda ya da grupta toplanýyordu:
_“Tanrý onlarý (farklý) yaratmýþtýr”. (Teolojik açýklama)
_ “Irklarý ya da renkleri farklýdýr”. (Irksal açýklama)
_ “ Akýllarý ya da ruhlarý(esprileri) farklýdýr”. ( Psikolojik açýklama)
_“Tarihleri ve töreleri farklýdýr.” (Tarihsel ya da etnolojik açýklama)
_ “Üzerinde yaþadýklarý doðal çevre farklýdýr.” ( Coðrafi açýklama)
_“Ekonomileri(üretim iliþkileri) farklýdýr”.(Ekonomik açýklama)
_ “Aile, din ve eðitim sistemleri farklýdýr.” ( Sosyolojik Açýklama)
_ “ Yönetim ve hukuk sistemleri farklýdýr.” ( Siyasal açýklama)
_“ Yakarýdaki deðiþmelerden bazýlarý farklýdýr.” (Felsefi Açýklama)
Ýnsanlar ve toplumlar neden farklý ya da benzer olduðunu, neden ve nasýl deðiþtiðini yanýtlayan bu görüþler, soruna nedensel ya da evrensel bir açýklama getirememiþ, ancak yeni ve baþka sorulara yol açmýþtýr.
“Akýl ve ruhlarý, üretim-tüketim iliþkileri¸dil, din ve eðitim sistemleri, yönetim biçimleri ve hukuk kurallarý neden farklýdýr”?
“Ýnsanlar ayný kökten ( Âdem Baba, Havva Ana) geliyorlarsa neden ve nasýl farklýlaþtýlar”?
“Ayný çevrede ve iklimde yaþayan toplumlar neden birbirine benzemiyorlar”?
“ Bütün bireysel ve toplumsal farklarý soy çekim kurallarý (genetik ve biyolojik etmenler) belirliyorsa, görünürde ayný ýrktan olan ya da ayný kökten gelen toplumlar arasýndaki sosyal/kültürel ve psikolojik farklar nasýl açýklanabilir?”
Geçen yüzyýlýn ortalarýnda, bir tarih felsefesi olarak baþlayan ve bir tarih bilimi olarak geliþen insanbilim, yukarýdaki temel sorulara, geleneksel açýklamalarýn birçoðunu, ayný zamanda ve bir arada kapsayan ve kuramsal düzeyde, bir kültür kavramý ile yanýt vermeye çalýþmýþtýr:
“ Ýnsanlar benzerler, çünkü kültürleri benzer;
Ýnsanlar benzemezler, çünkü kültürleri farklýdýr;
Ýnsanlar deðiþirler, çünkü kültürleri deðiþmektedir.”[iv]
Bu baðlamda Alevilik- Bektaþilik olgusunu/sorununu derinlemesine ve akýlcý bir yöntemle anlayýp çözümlemek isteyenlerin, kültürden/dinsel inanç farklýlýðýndan kaynaklanan benzerlikleri ya da ayrýlýklarý kabul edip benimsemeleri gerekir..Yoksa, çalýþtaylarla, “açýlýmlarla”, inanmadýðý halde yapmacýk “iftar” yemekleriyle, cemevi ziyaretleriyle onlarý aldatmanýn, kandýrmanýn olasý olmadýðýný göreceklerdir. Öncelikle Alevi-Bektaþi gruplarýnýn evresel nitelikteki taleplerinin, beklentilerinin, özellikle yaptýðým araþtýrmalarýn sonuçlarýyla da baðdaþan “cemevi” gerçeðinin bir ibadet mekâný olarak savsaklanmadan kabul edilmesi, “camiyi” bahane ederek ibadet özgürlüðünün engellenmemesi inancýyla, yýllar önce yaptýðým bir araþtýrmanýn sonuçlarýný yeniden dile getirmek istiyorum.. Belki bu araþtýrma, bir köyde yaþamak zorunda kalan ve kendilerini “Tahtacý Alevi” olarak nitelendiren bir halkýn toplumsal yapýsý, inanç sistemi, deðerleri, farklýlýklarý ve beklentileri sorunlarýn çözümünde, yeni düþüncelerin, politikalarýn oluþmasýnda yardýmcý olabilir!
Bu araþtýrmada Burdur'a baðlý Gölhisar ilçesinin Kargalý köyü Tahtacý Alevileri, Göller bölgesinde, yerel adýyla "Teke" yöresinde günümüzde yaþayan ve Alevilik kimliðini sürdüren kapalý bir topluluk (in groups) ya da inanç grubu olarak incelenip deðerlendirilecektir. Bir baþka deyiþle Alevilik olgusu, yaþayan deðerleri, iç grup yapýsý ve bunu koruyan statü ve rollerin, davranýþ kalýplarýnýn (kurumlarýn) köy topluluðu ve sosyal yapýsý üzerindeki dinamik etkileri, özgün bir konu olarak ele alýnacaktýr.
Kargalý köyünün böyle bir araþtýrma objesi yapýlmasýnýn temel düþüncesini ya da gerekçesini üç yönden açýklayabiliriz: Birincisi, Burdur yöresinde özellikle de gelenekçi köy topluluklarý baðlamýnda sosyo-antropolojik nitelikte araþtýrmalarýn olmayýþý. Ýkincisi, bu yörede Alevi-Bektaþi gruplarýnýn, köy-kent yerleþim birimlerinde, birbirlerine yakýn olmayan mekânlarda yaþamlarýný nasýl sürdürdükleri, etkileþim biçimleri; nereden gelip bu bölgede münferit topluluklar oluþturduklarý. Üçüncüsü de Kargalý köyünün, Burdur'un Alevi-Bektaþi kimliði taþýyan iki köyünden biri olduðudur.[v]
Kargalý’nýn, diðer köyden (Niyazlar köyü) farklý olarak Tahtacý Alevi grubuna girmesi, bizi araþtýrmaya yönelten bir baþka önemli nedendir. Bu iki köyün
dýþýnda Burdur merkezinde Tahtacý Alevilerin yerleþtiði Deðirmenler, mahalli söyleyiþle "Delibaba" mahallesinde de 50-55 hanelik bir Alevi grubu yaþamaktadýr. Zaman ve imkânlar elverdiði sürece sözü edilen ve þimdilik bu çalýþmanýn kapsamý dýþýnda tutulan yöredeki Alevi-Bektaþi topluluklarý, Burdur örnek olayý olarak araþtýrýlýp genelleþtirilecektir. Böylece, yörede yaþayan Alevi-Bektaþi gruplarýna iliþkin veri yetersizliðinin ve bilimsel bilgi boþluðunun giderilmesine çaba gösterilecektir.
2. Kargalý Köyünün Tanýmý
“ Sendedir hep sendedir, güleç yüzlü insanlar
Bir kez olsun konuþsan, görenler bunu anlar
Verimli topraklarýn, o yemyeþil ormanlar
Yeþillerin içinde gizlenir KARGALIM benim”[vi]
Kargalý köyünün tarihsel geliþimi, coðrafi konumu, nüfus, eðitim ve sosyal yapýlanmasý gibi özellikleri ile ilgili formal bilgi kaynaklarýna rastlanýlmamýþtýr. Gölhisar ilçesinde bulunan resmî birimlerin yetkilileri ile yapýlan görüþmelerde, köyün toplam nüfusunun dýþýnda herhangi bir veri saðlanamamýþtýr. Bu nedenle, köylerimizin demografik özelliklerinin araþtýrýlýp deðerlendirilmesi, bir yönüyle de sosyal bilimcilerin yapacaðý araþtýrmalarda kolaylýk saðlayacaktýr.
Kargalý köyüne iliþkin bu tür bilgileri: köyün nüfus defteri üzerinde yaptýðýmýz inceleme ile nüfus (9soru), konut durumu (12soru), saðlýk (8 soru), eðitim (7soru), ekonomik yapý (15 soru), toplumsal faaliyetler ve hizmetlerle (6 soru) ilgili olarak, standart soru formu biçiminde hazýrladýðýmýz toplam 75 soruya verilen yanýtlardan öðreniyoruz. Bu sorularý, köy kahvesindeki toplu görüþmelerimizde, özellikle de köy muhtarý ile yaptýðýmýz uzun söyleþide uygulama fýrsatýný buluyoruz. Ayrýca, köyün genel özelliklerini dile getiren ve tek yazýlý kaynak olan, Ekim 1995 tarihli Gölhisar gazetesinde, "Kargalý Köyü" baþlýðý ile yayýmlanan inceleme-araþtýrma[vii] ve Alevilik kültü[viii] ile ilgili sorularýmýzý uyguladýðýmýz mürebbi[ix] statüsündeki kiþiler, verilerin elde edilmesinde kaynak olmuþlardýr.
Bu verilere göre Kargalýlar, bu yöreye 45-50 yýl önceleri Denizli'nin Çameli, Muðla'nýn Ortaca ve Fethiye; Antalya'nýn Serik ve Ýçel'in Mut ilçelerinden gelip yerleþmiþler. Esas meslekleri orman iþçiliði ya da "hýzarcýlýk" olan ve yöreden yöreye, geçimlerini saðlamak için göçen bu Tahtacý Aleviler, sonunda burada kalmaya karar kýlmýþlar. 1946–47 yýllarýnda Denizli yöresinden gelen iki aile (Ýbrahim Çelik ve Kardeþi), köyün þu an bulunduðu yere yerleþmiþler. Daha sonra, diðer yörelerden gelen göçmen Tahtacýlar (15–20 aile), ilk gelenleri izleyerek köyün oluþmasýný gerçekleþtirmiþlerdir. Bugünkü köyün yerini, bað-bahçe ve tarlalarým, o zamanlar buranýn toprak aðalarý olan Hilmi Paþa ve Bekir Aða'dan satýn almýþlar. Bu arazileri, kendi aralarýnda bölüþtürerek göçer yaþamdan, yerleþik köy ve tarým yaþamýna geçmiþler ve 1949 yýlýnda da Kargalý köyünü kurmuþlardýr.
Köy adýnýn etimolojisi (kökeni) konusunda iki görüþ vardýr: Bunlardan birincisi "kar" ile ilgilidir. Kaynak kiþi Hüseyin Çelik'e göre: "Kargalý adý daha önceleri bir çiftliðin adý olarak geçiyormuþ. Türk (Sünni) köylerinin ekseriyeti güneye bakar. Bizim köy, nedense kuzey cepheye bakýyor. Daðýn (Koçaþ Daðý) kuzey kesiminde kar fazla kaldýðý için 'kar kalýr’ kelimesinden türetilmiþtir. "Yine, Hasan Günyeli'ye (mürebbi) göre de, Digrom adýndaki bir Rum, dindar ve zararsýz bir kiþi olmasýna raðmen burada tutunamamýþ; Hilmi Paþa'nýn dedesi tarafýndan kovulurken "ben gider burasý kar kalýr" demiþ. Böylece "ben giderim kar kalýr" ya da "ben giderim de kar kalýr" yakýnmalarýndan kaynaklanmaktadýr. Karga ya da kargý ile bir ilgisi bulunmamaktadýr. Karýn fazla yaðmasý ve uzun zaman erimemesi ile ilgilidir. Ýkinci görüþe göre ise, köyün güneyinde bulunan Gölhisar gölünün çevresindeki "Kargýlýk"tan kargalý olmuþtur. Bu iki görüþten birincisinin, köyün coðrafi konumu ve köye ilk yerleþenlerin anlattýklarýna göre daha doðru olduðu söylenebilir.
Kargalý, coðrafi konum olarak Koçaþ daðýnýn kuzey yamacýnda kurulmuþ; güneyinde Gölhisar gölü, doðusunda Hisarardý, batýsýnda Karapýnar, kuzeydoðusunda Kuþdili köyleri ile çevrilmiþ; Gölhisar'a 10 km, Burdur'a ise 117 km uzaklýkta, toplu yerleþim özelliði gösteren yemyeþil görünümde bir orman köyüdür.
Ekonomisi, 2000 dekarlýk arazide yapýlan tarýmsal etkinliklere, orman iþçiliðine ve hayvancýlýða dayanmaktadýr. Son zamanlarda orman iþlerinin azalmasý, tarým ve hayvancýlýðýn öne çýkmasýna neden olmuþtur. Yetiþtirilen ürünlerin baþýnda: buðday, arpa, anason, þeker pancarý, çörekotu, nohut, soðan ve son yýllarda üretimine yeniden baþlanýlan haþhaþ gelmektedir. 30-40 kadar ailenin yurtdýþýnda çalýþmasý ve köy arazilerinin, köyün yakýnýnda bulunan Yapraklý barajýndan sulanmasý, köy ekonomisini biçimlendiren önemli iki etkendir.
Bu ekonomik yapýlanmasý ile 94 hanenin (12 konut boþ) bulunduðu Kargalý da bugün 210 kiþi yaþamaktadýr. Bu nüfusun 100'ü erkek, 110'u da kadýndýr. Yurtdýþýnda 100 kiþi çalýþmaktadýr. Geçen yýl içinde bir çocuk doðmuþ, dört kiþi de ölmüþtür. Dýþardan köye, akrabalýk nedeniyle beþ aile gelip yerleþmiþtir. Yine ünlü bir ressam da, köyden ev yeri satýn alarak dýþardan yerleþenler arasýndadýr.
Alt yapý hizmetleri olarak içme suyu, otomatik telefonu, tarýmsal amaçlý bir kooperatifi bulunan Kargalý da ilkokul 1956 yýlýnda yapýlmýþtýr. Okullaþma, eðitim ve meslek durumu ile ilgili bilgilere gelince; köyün % 98'i okur-yazardýr. Þu anda köyde bir öðretmen ve 11 öðrenci eðitim ve öðrenim görmektedir. Öðrencilerin bir kýsmý, Gölhisar'a gidip orada öðrenim görmektedir. Köyümüzde yetiþmiþ olan bir gümrük müdürü, bir kimya mühendisi, bir emniyet müdürü, iki polis, bir orman mühendisi, bir kadastro müfettiþi, iki PTT müdürü, iki polis, beþ astsubay, dört öðretmen, iki konservatuar öðrencisi vardýr[x].
Gölhisar'ýn 12 köyünden biri olan Kargalý da saðlýk ocaðý bulunmamaktadýr. Bu gereksinme, yeterli olmasa da Gölhisar Saðlýk Ocaðýnda karþýlanmaktadýr. Bu konuda oldukça büyük sorunlarýn yaþandýðý, bu nedenle de en kýsa sürede bir saðlýk ocaðýnýn kurulmasý ve halka hizmet vermesi Kargalýlarýn en büyük arzusudur.
3. Amaç ve Yöntem
Bu çalýþmada, olay ve olgular arasýndaki neden-sonuç iliþkilerini dile getirmek için tasarlanan spekülatif (tahmini) varsayýmlardan hareket edilmemiþtir. Her ne kadar, "varsayým bir araþtýrmanýn gerekçesi, yol göstericisi" (Sencer, 1978:82), "bilim adamýnýn neyi araþtýracaðý hususundaki ilk önermeyi oluþturmasý" (Türkdoðan, 1989:155) ve bilimsel araþtýrmalarda bazý yararlar saðlamasý yönlerinden belirleyici olsa da, sýnýrlayýcý ve derinlemesine olmayan ve doðrulanmasýnda zorluklar çekilen verilerin tartýþýlmasýný önleyemez. Özellikle küçük topluluklarýn, gruplarýn derinlemesine ve özel koþullarýnda araþtýrýlmasý demek olan saha araþtýrmasý yönteminde varsayýmdan yola çýkýlmasý, bir takým sakýncalarý da beraberinde getirmektedir. Çünkü "Doðru bilginin, çoðunlukla, yaþayan, deðiþen, deðerleri, tercihleri ve problemleri olan birey ve toplumlardan toplanmasý gerekir" (Güvenç, 1972:141). Böyle toplumlarda, varsayýmýn denenebilmesi için o alanda yapýlmýþ gözlemlere, çalýþmalara gereksinme vardýr. Bu nedenle, birçok bilimsel araþtýrma, kanýtlanacak ya da çürütülecek herhangi bir özel varsayýma dayanmaksýzýn baþarýlmýþtýr(Young, 1958:115; Türkdoðan, 1989:155).
Bu görüþler doðrultusunda, bu çalýþmayý yapmaktaki amaçlarýmýzý þöyle sýralayabiliriz:
a. Toplumsal bir olgu olarak yaþayan Aleviliði, deðer yargýlarý, kurumlarý (davranýþ kalýplarý) ve sosyal normlarý ile tanýmak ve açýklamak,
b. Bu konudaki bilimsel bilgi birikimine, Alevi bir köy topluluðu baðlamýnda katkýda bulunmak,
c. Toplumsal yapýnýn en belirgin öðeleri olan statü, rol ve kurumlarýn biçimleniþlerini, iþlevlerini ve etkileþimlerini belirlemek,
d. Alevi-Bektaþi/Sünni farklýlaþmasýnýn sosyo-kültürel ve politik nedenlerine inmektir.
Söz konusu amaçlarýn gerçekleþebilmesi için öncelikle konuya iliþkin elimizde bulunan kaynaklar irdelenmiþ, Alevilik kültü ile ilgili kavramlar, statü ve roller belirlenerek, alanda uygulanacak görüþme kýlavuzu hazýrlanmýþtýr.
Görüþme sorularýnýn düzenlenmesinde, topluluðun tüm ayrýntýlarý ile incelenmesinden çok, yeni bir eðilim olarak geliþen özel sorunlara yönelme tarzýndaki kuramsal yaklaþýma uygun tercihler yapýlmýþtýr (bk.Türkdoðan,1995:45; Powdermaker, 1993:40-41).
1996 Mayýs-Haziran aylarýnda, özellikle hafta sonralarýnda araþtýrma alanýna gidilerek gözlem ve görüþmelere aðýrlýk verilmiþ, amaçlarýmýzýn gerçekleþmesine çalýþýlmýþtýr.
Görüþmeler, genellikle Alevi topluluklarýnda dededen sonra gelen ve köyde bulunan iki mürebbi (rehber) ve öteki kaynak kiþilerle, kapalý ortamlarda (evlerde) gerçekleþtirilmiþtir. Somlarýn sözlü ve karþýlýklý sorulmasýna özen gösterilmiþ, alýnan cevaplar alýcýya kaydedilmiþtir.
Alanda bu uygulamalarý yaparken, bilimsel nesnellik ilkesine uygun davranýþlar içinde bulunmaya çaba gösterilmiþtir. Ayrýca, emik bir yaklaþýmla[xi] hem köyün toplumsal yapýsý, hem de bu yapýyý belirleyen Alevilik inancý, genel boyutlarý ve grup içindeki dinamikleri ile gözlemlenerek anlaþýlmaya çalýþýlmýþtýr.
II. KARGALI'DA ALEVÝLÝK ÝNANCI VE ÖÐRETÝSÝ
Bu bölümde, örnek olay olarak seçilen Kargalý'da yaþayan Alevilik inanç, gelenek ve uygulamalarý; bunlarýn soydan soya, kültürel kalýtým olarak aktarýlýþ biçimleri; topluluðun uymasý ya da kaçýnmasý gereken davranýþ kalýplarý (sosyal normlar), kaynak kiþi ve mürebbilerin sözlü bilgilerine baðlý kalýnarak yorumlanacaktýr. Yöntemimiz gereði, bu konuda kendilerine, Alevilik olgusunun çeþitli yönlerine iliþkin 25 soru yöneltilmiþ ve alýnan yanýtlar olduðu gibi kaydedilmiþtir. Sorularýmýz: baðlý olduklarý "Ocak" ya da "Soy" geleneðini, mezhep, dedelik, mürebbilik, musahiplik (ahret kardeþliði) kurumlarý ve günümüzdeki iþlevleri; Cem Ayini (Görgü Ayini), düþkünlük (en büyük günah), Muharrem orucu ve Aþure töreni, Alevi-Bektaþi, Alevi-Sünni farklýlaþmalarý ve devlet-din iliþkileri vb. konularý kapsamaktadýr.
1.Tahtacýlar: Alevi-Türkmenler
Kargalý köyü Alevileri, Aleviliðin Tahtacý koluna mensupturlar. Burdur-Isparta yörelerindeki Alevilere genellikle "Tahtacý" denilmektedir. Bu adlandýrma, topraða yerleþmeden önce Alevi topluluklarýnýn yaptýklarý iþlerden kaynaklanmaktadýr."Tahtacýlar, Anadolu'nun kimi yörelerinde yaþayan Alevi-Türkmen topluluðudur” (Korkmaz, 1993:340).
Ülke düzeyindeki daðýlýmlarý ise þöyledir: "Batýda baþlamak üzere Ýzmir, Manisa, Aydýn, Muðla, Denizli, Burdur, Isparta, Antalya, Ýçel, Adana ve doðuda Maraþ ve Gaziantep'e kadar Torusun daðlýk bölgelerinde" (Andrevvs, 1992:90) gruplar ya da topluluklar halinde yaþamaktadýrlar. Bu gruplar, geleneksel olarak ormanlarýn, orman iþçiliðinin yoðun ve bol olduðu yörelere göç etmiþlerdir. Geçimlerini, daha çok ormanlarda aðaç keserek, tahta biçerek ve ahþap ustalýðý yaparak saðlamýþlardýr.
"Aðaçerileri", "Aðaçeri", "Çaylaklar" (Andrews, 1992:92; Korkmaz, 1993:340; Türkdoðan, 1995:221) gibi adlarla nitelenen "Tahtacýlar terimi, etik bir adlandýrma gibi görünüyor. Bu adlandýrma o kadar yaygýn kullanýlýyor ki, aksine kanýt elde edilinceye kadar grubun bu ad altýnda ayrý bir þekilde sýnýflandýrýlmasý doðru görünüyor" (Andrews, 1992: 91-92).
"Alevi olmalarýna karþýn Tahtacýlarýn Orta ve Doðu Anadolu'daki Alevilerle benzer yönleri çok azdýr. Ýnançlarýnda ve yaþam biçimlerinde Samanlýða iliþkin kalýntýlarla, Alevi, Bektaþi, Hurufi, Sünni inanç ve töreleri iç içe geçmiþtir. Tahtacýlar dinsel yönden iki kola ayrýlýrlar. Yanýn Yatýrlar, Ýzmir'in Narlýdere köyündeki dedeye, Þehepler de Aydýn'ýn Reþadiye bucaðýndaki dedeye baðlýdýrlar. Bu iki kolun ortak yanlarý Caferiyeden (Ýmamiye) olmalarý..." (Ana Britannica 20:334)dýr.
Andrevvs'in (Türkiye'de Etnik Gruplar) çalýþmasýnda: "Tahtacýlar, Ege bölgesinde, Çaylaklar ve Aydýnlýlar olmak üzere iki ana aþirete ayrýlmaktadýrlar. Çaylaklar; Karaman Ovasý, Mut, Finike ve Fethiye'de, Aydýnlýlar ise Adana, Mersin, Antalya ve Ýzmir'de bulunurlar. Çaylaklar, Üstürgeli, Samaslý ve Cingözler olmak üzere üç küçük gruba ayrýlýrlar. Aydýnlýlar ise doðuda Aðaçeri ve Karakaya gibi benzer küçük gruplara ayrýlmýþlardýr. Fakat, bu gruplara iliþkin olarak yeni çalýþmalar yapýlmasý gerekmektedir." (Andrews, 1992:92). Kendilerini "Türkmen; yaptýklarý ticaret nedeniyle Tahtacý; yöresel olarak da Çaylak(lar), Aydýnlý(lar)" olarak adlandýran Tahtacýlarýn "Ýzmir yakýnlarýndaki Narlýdere, bir kültür merkezi durumundadýr" (Andrews, 1992: 90-91).
Türkdoðan'a göre ise, "Alevi Tahtacýlarýn biri Ýzmir Narlýdere köyünde Yanyatýr oðullarý, öteki Aydýn'ýn Reþadiye kasabasýndaki Emiroðullarý olmak üzere iki ocaklarý vardýr. Bu ocaklar üstünde ve altýnda baþka bir ocak daha yoktur" (Türkdoðan, 1995:225).
Bu alýntý ve açýklamalardan da anlaþýlacaðý gibi, Tahtacýlarýn Türkiye'deki daðýlýmlarý, bulunduklarý mekânlar; isimlendirilmeleri, dinsel yönden baðlý olduklarý ocaklar ve farklý gruplarýn inançlarý konularýnda kavramsal düzeyde bile bir bütünlükten henüz söz edilemez.
Kargalý'da Tahtacý adýnýn "ormanlarda çam kesmekten, el hýzarý ile tahta biçmekten" geldiði ifade edilmiþtir. Bir baþka anlatýmla, "Alevi kesiminin orman köylerinde ormancýlýk iþi ve ticareti ile uðraþanlara" atfedilen bir nitelemedir. Bu yörede, özellikle Burdur merkezinde bulunan Aleviler de kendilerini Tahtacý olarak adlandýrmaktadýrlar. Burdur merkezinde kime sorsanýz, Tahtacýlarýn yaþadýðý yer olarak "Deðirmenler" mahallesi gösterilir.
2. Soy Geleneði: Ýmam Caferi Ýnancý
Kargalý'da Alevilik inancýnýn temeli On Ýki Ýmam'a, Ýmam Cafer mezhebine[xii]ve Ýzmir-Narlýdere'deki Yanyatýr ocaðýna dayanmaktadýr. Bu konudaki ilk görüþmemizi, köy muhtarý Ýlyas Duman'la yaptýk. Bu söyleþiye kadar Kargalý Alevileri hakkýnda hiç bir bilgimiz, peþin yargýmýz yoktu. Bu görüþmede; köylerinin, köye sonradan gelip yerleþen ve Sünni olan 9 hane hariç, Tahtacý Alevi olduðunu, oniki Ýmam soyundan Ýmam Caferi mezhebine baðlý bulunduklarýný; Alevi-Bektaþi farklýlýðýnýn da ibadet biçimi ve uygulamalardan kaynaklandýðýný öðreniyoruz.
Ýkinci görüþmemizi, köyde iki mürebbiden biri olan 1922 (1338) Finike-Bayram köyü doðumlu 76 yaþýndaki Hasan Günyeli ile gerçekleþtirdik. Bu kiþi, okuma ve yazmayý askerlikte öðrendiðini söyledi. "Hangi ocaða mensupsunuz?" sorusuna Günyeli: "Aslýmýz Horasan'dan gelme. Bu mesleði (Tahtacýlýðý) kabul etmiþiz; nereden gelirsen gel! Doðum yerim Finike. Biz aþiret iken Denizli'nin köyünden Antalya'ya göçmüþüz. Toplu olarak Aleviyiz. On iki imama, Ýmam Caferi ocaðýna mensubuz. Muharrem ayýnda on bir gün oruç tutarýz." diyerek cevap verdi. Ocak ya da soy konusunda öteki kaynak kiþilerin bilgileri de ayný düzeydedir.
3. Dinî Liderlik: Dedelik ve Mürebbilik
Kargalý da Alevilik öðretisi, köyde dedelik kurumu oluþmadýðý için dinî liderlik, mürebbi statüsü ile temsil edilmektedir. Bu, sosyolojik olarak topluluk tarafýndan, dedenin huzurunda kiþiye sonradan verilen ya da soydan gelmeyen bir statüdür. Kargalý'da buna sahip iki mürebbi bulunmaktadýr.
Mürebbilerden H. Günyeli, "Dini yöneticinizi nasýl belirliyorsunuz ya da seçiyorsunuz?" biçimindeki soruya þu karþýlýðý veriyor:
"Ben mürebbiyim; mürebbiyi topluluk seçer. Topluluðun uygun gördüðü kiþi, dede köye geldiðinde, topluluk huzurunda dede tarafýndan onaylanýyor. Dede, Ýzmir'den gelir. Bizim ocaðýmýz Ýzmir; mürþidimiz Ýzmir'den gelir. Þimdi vefat etmiþ; Mürþit Fevzi idi. Soyadýný hatýrlayamýyorum". Yine Günyeli'ye göre, dede köylerine yýlda bir kez gelmekte, dargýnlarý, küskünleri, birbirinden þikayetçi olanlarý "güruh"[xiii] denilen toplantýda barýþtýrmaktadýr. Dedenin özelliðinin ise mürebbilere, taliplere[xiv], musahiplere yol göstermek olduðunu, mürþit tarafýndan seçildiðini, mürebbilikten dedeliðe geçildiðini belirtmektedir.
Köyde, daha sonra görüþtüðümüz Antalya-Serik ilçesi 1333 (1917) doðumlu, okuma-yazmasý olan ve mürebbi statüsünde bulunan Hasan Aslan, dedelik konusuna farklý bir yorum getiriyor: "Bizde dede kalmadý; dede vardý evvela. Bizim ocak Ýzmir'de; dede Narlýdere'den gelirdi. Bu dedeler kalmadý; dedeler öldü. Gençler de bu yola hizmet etmiyor. Buna ilave olarak, bu inanç biçiminin gereklerini kendi içlerinde yerine getirdiklerini, özellikle vurguluyor.
"Dedelik dediðiniz kurum nedir, dedenin görevleri nelerdir ve dede ne ile geçinir?" sorusunun cevabýný H. Günyeli þöyle açýklýyor:
"Dedenin de yeri yataðý (evi) var. Ne ile geçinecek? Dede gelir senin yanýna: iki üç (gün) kalýr; görevi, iþi ne ise onu yapar gider. Dedenin özelliði ise; (Alevilik) dedesiz yürümez; nasýl ki camiye halk kocasýz gidemiyor; dede o anlamdadýr. Dedeye biz maaþ vermeyiz. Dede gelir; kendimiz içimizden yardým ederiz. Baðýþlarýn verilme amacý, dede, yolu, tarikatý devam ettirmek için köy köy geziyor ve kendi zamanýný harcýyor; bu harcamýþ olduðu zamanýn telafisi için talipler, yani bu yolun (tarikatýn) mensuptan gönüllerinden çýkan, yani hali vakti yerinde olan herkes (zorlama olmaksýzýn) bütçesine göre belirli bir baðýþta bulunur. Bu baðýþlar toplanýr, dede tarafýndan. Dedenin geçimi budur. Yani belirli bir maaþý yoktur. Dede bir köye gider; bütün köylülerden yüz bin lira aldýðý gibi yüz milyon lira da alýp gidebilir. Dedeler, bu paralardan halka (yoksullara) da yardým edebilir. Bunu yapanlar olmuþtur. Sadece onu (yardýmlarý) alýp bu benim oldu artýk diyerek gitmez. Dedenin eli ne kadar açýk, bilgisi ne kadar fazla ise talipleri de o kadar çok olur."
Bu açýklamalardan da anlýyoruz ki, Alevilikte dedelik kurumu çok önemli sosyal bir statüdür. Bunun, kendine özgü kalýplaþmýþ rolleri vardýr. "Yan kutsal olarak algýlanan dedeler, dinî önderliklerinin yaný sýra, toplumsal yaþamda da önemli roller üstlenmiþ durumdadýr. Taliplerini Alevi-Bektaþi töresine göre terbiye eder, onlarý eðitir ve aydýnlatýr" (Korkmaz, 1993:90). Bir baþka söyleyiþle, Alevilik öðretisi ve düþünce sisteminde "Seyit, Ocak-zade, Ocakoðlu" (Fýðlalý, 1994:312) adlarýyla da anýlan dedeler, topluluðun dinî önderi olduðu gibi ayný zamanda toplumsal hukukun (örfün) ve toplumsal ahlakýn (törenin)de temsilcisidirler.
Kargalý'da kaynak kiþilerin anlatýlarýndan dedenin, dinsel amaçlý görevlerinin yanýnda, birbirinden davacý (þikâyetçi) olanlarýn barýþtýrýlmasýnda, cezalandýrýlmasýnda, yani topluluktaki anlaþmazlýk ve uyumsuzluklarýn çözümünde önemli rolleri olduðunu saptýyoruz. H. Günyeli bunu þöyle dile getiriyor: "Senin bir suçun varsa, seni o Ocakoðlu’na teslim ederim. Dede sana bir ceza verir (ben ceza veremem). Ona bir hayýrlý[xv] verir. Bizde öyle; bizim her þeyimiz kendi içimizdedir."
Dedelik kurumunu, bu boyutlarý ile tartýþtýktan sonra dedenin yardýmcýsý ya da köydeki temsilcisi konumunda olan mürebbilik konusuna dönüyoruz. "Hasan Bey, siz mürebbisiniz, sizin bu toplulukta sözünüz ne kadar geçerli, gençler dinliyor mu sözünüzü?" diyorum. Bunun cevabýný Günyeli: "Gençlerin gireceði yer de olur; girmeyeceði yer de... Sözümü dinliyor gençler. Girdiðinde dinler. Mesela evli olmayýnca, belli bir yuva tutmayýnca, girse de bakar, seyreder, bir þeye karýþmaz. Evlenip topluluða karýþacak þekilde, o yolda ibadet etmiþ ise, bir þey yapmýþ ise o girer. Musahip olmak gerekir" sözleriyle ifade etmeðe çalýþmýþtýr. Yine, "mürebbiliðin süresi ne kadar, ne kadar süre ile yapýyorsunuz bu görevi?" sorusuna ise, "Bir adam mürebbi olduðu zaman eðer suç iþlemezse, bu görevi ölünceye kadar yapar. Bunun da bir ölçüsü var: Emsali olmayanla düþüp kalkarsa, temas ederse, mantýksýz olarak o yolun (tarikatýn) kabul etmeyeceði bir þey yaparsa (...) onu reddeder, mürebbiliði sona erer" diyerek, mürebbilik statüsüne açýklýk getiriyor.
4. Musahiplik Kurumu
Alevi topluluðunun gerçek bir üyesi olabilmek, topluluða girebilmek ve bir takým görevleri ve sorumluluklarý üstlenebilmek için "musahip" olmak gerekir. Musahiplik, sosyolojik anlamda kurumlaþmýþ davranýþlar bütünü ya da sistemidir. "Kurumlaþmýþ toplumsal davranýþ biçimleri demekle, uzun zaman ve mekan dilimleri içinde durmadan tekrarlanan ya da modem toplumsal kuramýn diliyle sosyal olarak üretilen davranýþ ve inanç biçimlerini kastediyoruz" (Giddens, 1981:18-19).
Genel olarak bir ailede, toplulukta ve toplumda sosyal yapýnýn ve bu yapýyý oluþturan iliþkiler bütününün temelinde kurumsal iliþkiler bulunur. "Kurum, yerleþmiþ ve kalýplaþmýþ davranýþ yollan olup, bireyler ancak belirli yollarý, kurumlan izleyerek belirli birliklerin üyeleri olabilirler" (Saran, 1993:299). Bir baþka söyleþiyle kiþiler, ancak belirli yollardan geçerek bir grubun ya da topluluðun üyeliðini kazanabilirler. Bu baðlamda Alevi topluluðuna, gerçek anlamda üye olmanýn yolu musahiplikten geçmektedir. Bu nedenle, çalýþmamýzda bu kavram ya da kurumsal nitelik üzerinde titizlikle durulmuþtur.
Kaynaklarda "musahip" ya da "musahiplik" kavramlarýna oldukça geniþ yer verilmektedir. Melikkoff, bu kavramlarýn içeriklerine kuþku ile bakmakta ve "Alevilerin âdetleri arasýnda Musahip ya da Ahret Kardeþi âdeti, belirsizliði dolayýsý ile beni hep düþündürmüþtür" (Melikoff, 1994:89) demektedir. Bu nedenle de, "aralarýnda kan baðý bulunmayan iki insanýn, birinin öbürünün musahibi kabul edildiði dinî kardeþlik olarak tanýmlanabilecek" (Melikoff, 1994:90). Bu âdetin çözümlemesini yapmýþtýr. O'na göre musahip ya da musahiplik, "Doðu Türkçe’sindeki biste (kardeþ, ortak) âdetinin bir benzeridir ve Alevilik inancýnda yedi farzdan birincisidir. Yine bu âdetin kökeninin çok eskilere dayandýðýný, "göçebe, yan-göçebe ya da topraða yeni yerleþtirilmiþ cemiyetlere has, sosyal nitelikte bir kurum olarak göz önüne alýnmasý" (Melikoff, 1994:91, 96, 97, 98) gerektiðini vurgulayarak, kavramýn tarihsel ve toplumsal boyutlarýný geniþletmiþtir.
Ülkemizde ise musahip ya da musahiplik, sadece Alevi topluluklarýnýn kültürel ve sosyal bir davranýþ kalýbý (normu-örüntüsü) olarak deðerlendirilmektedir. Aralarýnda kan baðý bulunmayan iki evli çiftin, hem toplumsal, hem de dinsel anlamda birbirleriyle kardeþlik, ortaklýk (namus ve mal mülkleri hariç) temellerine dayanan musahiplik kurumu, toplulukta toplumsal bir statü saðlayabilmenin, bu konuma uygun rol ve beklentilerin belirleyicisidir.
Türkdoðan'a göre, "Alevi kültürünün en önemli unsuru (öðesi) musahiplik (ahret kardeþliðedir. Bu kült, Alevi topluluðunu birbirine baðlayan ve dayanýþmayý sürdüren en güçlü kültür unsurudur (Türkdoðan, 1995:59-60). Yine bu anlamda "musahiplik, bir Alevi ailesini bir baþka Alevi ailesine baðlayan ve toplumsal dayanýþmanýn balyozla parçalanmaz harcý olan bir kurumdur" (Keçeli, 1975:227). "Alevi olmanýn ilk koþulu Alevi ana ve babadan doðmaktýr. Ancak Alevilik "musahip" olmak ve "ikrar"[xvi]vermekle pekiþtirilir" (Keçeli, 1975:209). Baþka ifade ile, doðal üyelikten hukuksal üyeliðe geçmek, "topluluðun gerçek bir mensubu olabilmek" (Fýðlalý, 1994:313) musahipli olma koþuluna baðlýdýr. Daha geniþletirsek "musahiplik", sosyal bir statü olarak Alevi vatandaþlýðý anlamýný taþýyabilir.
Musahiplikle ilgili bu kavramsal açýklamalardan sonra Kargalý da mürebbi ve kaynak kiþilerin bu konuda ki görüþ ve düþüncelerine dönebiliriz. Onlara göre: "Musahiplik, Hz. Ali ocaðýna dayanmaktadýr. Ali evinden olanlar, Ali ocaðýndan gelenler birbirinin musahibidirler. Hz. Ali, Hz. Peygamber'in amcaoðlu, damadý, musahibi ve ahret kardeþidir. Bu bakýmdan musahiplik, kardeþlik, ahret kardeþliðidir. Köyümüzde musahiplik devam etmektedir. Geçen sene Avrupa'dakiler gelince, gençlerin çoðu musahip oldu. Musahiplik törenle olmaktadýr. Bu törende (görgü ayini) horoz kurban edilir. Bu kurbana "Cebrail" denilmektedir. Hýdrellezde, 11 günlük muharrem orucunda yine kurban kesme âdetimiz vardýr. Musahiplik, Alevi ailesinin birbirine baðlanmasý, kenetlenmesidir".
Musahip olmanýn ya da musahipliðin koþullarý da þöyle sýralanmaktadýr: "Evli olacaksýn; bir suçun olmayacak; düþkün olmayacaksýn.."
"Bizde bekârlar musahip olamaz. Bekâr musahip, Sivas taraflarýnda olur. Musahiplik Tekke yöresinde (Bektaþi köylerinde) yoktur."
"Musahip olacaklarýn, sosyal bakýmdan birbirine denk olmasý gerekir."
"Musahiplikte, musahipler birbirlerini kendileri seçerler. Kavga etmeyen, birbirine denk olan aileler musahip olabilirler. Örneðin fakir bir aile ile zengin bir aile musahip olamaz."
"Musahip olma, Alevi toplumunda birbirine inananlarýn daha baðlý, daha sadýk olmalarýdýr. Mesela musahibin baþýna bir hal geldiði zaman, ayný kardeþinin baþýna gelmiþ gibi kabul edilir".
Musahiplik konusunda köyde görüþtüðümüz 1949 doðumlu emekli Astsubay Hüseyin Çelik'in görüþlerine deðinelim. O, musahiplik kurumunu þöyle yorumluyor:
"Bir insan kendini yeterli görüyorsa, yani talip olmak, Aleviliðe girmek istiyorsa (dýþardan biri giremediðine göre) musahip olmaða adaydýr. Alevi toplumunda musahip olmadan cem ayinlerine, erkâna katýlmak mümkün deðil." "Þimdi, burada niye yola girmek lazým, talip olmak lazým?" Bu dünyada yaþamýmýz zaten belli; öbür dünyada kendisine bir makam edinmek için toplum içinde belli bir hizmet görmesi gerekir. Musahip olmadýðýn zaman, o hizmet kendisine verilmiyor. Alevilikte. Musahip olduðun zaman, toplum içinde ona bir görev verilir. Kimisi erkancý olur; kimisi kurbancý, kimisi de kuyucu olur. Bunlar cem ayinlerinde yapýlacak hizmetlerdir, görevlerdir".
Bu açýklamalar ve yorumlar bize gösteriyor ki, Kargalý köyü Alevilerinde musahipliðin ön koþulu evrensel bir kurum olan aile ve evliliktir. Topluluða girmenin, görgü (cem) ayinine katýlmanýn, topluluða hizmet etmenin ve öbür dünyada bu görevlerin karþýlýðýný görmenin ön koþulu ise musahipliktir.
Kargalý da bekârlar, kadýnlar arasýnda musahiplik âdeti görülmemektedir. Çok önemli bir sosyal deðiþme de, son zamanlarda musahipler arasýnda kýz alýnýp verildiðini, bir baþka deyiþle iki musahibin çocuklarýnýn evlenmelerine izin verildiðini, yine H. Günyeli bize ifade etmiþtir.
5. Düþkünlük: En Büyük Günah
Þimdi de Alevilikte en büyük günah (düþkünlük) olgusuna dönüyoruz. Kaynak kiþilere "Alevilikte en büyük günah nedir?" diye soruyoruz. Alýnan yanýtlar þöyle: "Bizde en büyük günah, yalan söylemek, mezhebe küfür etmek, ailesini (karýsýný) boþamak, zina ve hýrsýzlýk yapmak, garez (kin) gütmektir".
Düþkünlere verilen cezalar ya da yaptýrýmlar konusunda, pek net bilgilere ulaþamýyoruz. H. Günyeli: "Cezalarýn 12'den baþlayýp 40'a kadar gittiðini; H. Aslan ise "Kesenek keserim, altýndan kalkamazsýn, ceza veririm. Bu cezayý öder; bir daha yapmayacaðýna söz verirse, bundan topluluk vazgeçer. Kötülük neden doðuyorsa, o kötülükten vazgeçmedikten sonra, hiç bir iþ yapamazsýn, almazlar seni içeri; toplum dýþý edilirsin; gelemezsin, giremezsin..." diyerek, düþkünlere uygulanan yaptýrýmlarý açýklýyor.
"Bu köyde düþkün olan var mý?" sorusuna ise: "Oldu da, onlar geçti þimdi. Hala hazýrda yok. Dedeler buraya geldiðinde, bu düþkünlere haber verilir; kurban keserse, düþkün adam kurban etini yiyemez. Yedirmezler, temiz adamlar kim varsa onlar yer. Bazen de düþkün olanýn kurbanýný yemeðe gelmezler" cevabýný alýyoruz.
Bu kapalý anlatýmlardan Alevi topluluðunda düþkünlüðün, toplumsal bir denetim ve yargýlama gücüne sahip normlardan oluþtuðunu söyleyebiliriz. Bu normlar, düzenin, hukukun ve ahlakýn bozulmamasýný, devamlýlýðýný çeþitli yaptýrýmlarý ile saðlarlar.
Alevi topluluðunda düþkünlere uygulanan bu yaptýrýmlar (müeyyideler), "sosyal denetimi saðlamak ve sosyal normlarýn etkinliðini ayakta tutabilmek için bireylerin, gruplarýn, cemaatlerin ve topluluðun üzerinde zorlayýcý, kýnayýcý ya da ödüllendirici, özendirici tepkilerini ve baskýlarýný iþletirler" (örnek, 1977:221). Bu yaptýrýmlarýn temel amacý, kiþinin düzelmesi ve topluluðun da bu kiþiyi düzelmiþ kabul etmesidir. Bu onaylamadan sonra kiþi, yeniden topluluða dönebilir, etkinliklerini, görevlerini sürdürebilir.
6. Ýbadet Biçimi ve Uygulamalarý
Kargalý Alevi topluluðunun cemevi olmamasýna karþýn dinsel ibadet ve uygulamalar, yýlda bir kez yapýlan Cem töreni, Muharrem orucu, aþure günü ve diðer etkinlikleri kapsamaktadýr. Cem ayininin belirli bir zamaný yoktur. Genellikle son bahardan sonra cuma akþamlan yapýlan cem töreni, dinsel amaçlý olduðu gibi topluluðun birliði için de yapýlmaktadýr.
Bu uygulamalarý, törenleri gözlemeksizin burada kesin yargýlara varmak ve genellemeler yapmak istemiyoruz. Ancak, Alevilikte dinsel inanç ve ibadetin temelinde: "her hizmetin (12 hizmetin) karþýlýðýnýn öbür dünyada geleceði inancýnýn", "Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali" üçlemesinin, Ýmam Cafer'in "Buyruk" adlý eserindeki ilkelerin, Oniki imamlarýn düþünce ve görüþlerinin bulunmasýdýr.
Bu konuda mürebbi ve öteki kaynak kiþilerin ortak görüþü þudur: "Bizde (Alevilikte) 'Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali' deyince bütün ibadetler yapýlmýþ olur. Oniki imam soyundan gelmeyenleri, biz imam kabul etmeyiz. Dedeler, ayný zamanda imam görevi yaparlar. Dede olmadan biz namaz kýlmayýz. Sünni imamýn arkasýnda durursak, ibadetimiz kabul olmaz".
Kargalý Alevileri için en önemli ibadet, Muharrem ayýnda tutulan 11 günlük oruç ve ardýndan yapýlan aþure âdeti ve törenleridir. Bu törende, genellikle "Cebrail" adý verilen horoz kurban edilir. Bu, onlar için bir "yas tutma" bayramýdýr. Çünkü "Hz. Ali'nin küçük oðlu, Hz. Muhammed'in torunu Hz. Hüseyin, 10 Muharrem Cuma günü (18 Ekim 680) Kerbelâ'da þehit edilmiþtir" ( Noyan, 1995:147-148).
Oruç süresince bazý kurallara uymak gerekir. Bunlar: "Canlý olan bir þeyi yememek, et yememek, saf olarak su içmemek, býçak kullanmamak" vb. "Su içmemenizin nedeni ne?" dediðimizde, "Onun nedeni Hz. Hüseyin'e su içirmediler; onun için su içmiyoruz. 11 gün aç dursa, insan ölmez!" Biz, bu Muharrem orucunu tutarýz; normal orucu tutmayýz. Namaz da kýlmýyoruz. Cenaze namazlarýna gidiyoruz. Biz sýrf bu namazda hocaya (imama) uymaya mecburuz" gibi yanýtlar alýyoruz.
Ýbadetle ilgili bir soru daha soruyoruz: "Peki, siz Aleviler hacca gidiyor musunuz?" Yine H. Günyeli, "yok bizde o, öyle kudret bizde nerde. Gitsek de inanç bakýmýndan gitmeyiz; orayý görmek için gideriz; fazla giden yok zaten" diye soruyu yanýtlýyor.
7. Alevi-Bektaþi Farklýlaþmasý
Alevi-Bektaþi farklýlaþmasý ya da ayrýcalýklarý dinsel, törensel, kavramsal, kurumsal, örgütsel ve toplumsal etkileþim yönlerinden çözümlenmesi oldukça karmaþýk ve üzerinde özenle durulmasý gereken bir olgudur. Bu konuda bilim adamlarý ve yazarlar arasýnda bir bütünlük henüz saðlanmýþ deðildir. Fuat Köprülü'den bu yana Alevi-Bektaþi tartýþmasý, günümüzde de sürdürülmektedir. "Fuat Köprülü, Alevileri Bektaþilere baðlama amacýyla, onlara 'Köy Bektaþileri' diyordu ve bunda haklý idi; çünkü inançlarý Bektaþilerinkinden farklý olmamakla birlikte, umumiyetle ümmi ve tahsilsiz kalmýþlardý" (Melikoff, 1994:33).
Melikoff "Uyur Ýdik Uyardýlar" adlý çalýþmasýnýn çeþitli bölümlerinde, "Alevi" deyiminin yanlýþ olduðunu, bunu yerine "Köy Bektaþileri" deyimini kullanmamýzýn doðru olacaðýna deðinerek, Alevi-Bektaþi farklýlaþmasýnýn "sosyal nitelikli" bir durum olduðunu, "yaygýnlýðý" dolayýsýyla kullanmamýz gerektiðini vurgulamaktadýr. (Melikoff, 1994:25, 29, 33). "Her ikisinde de inançlar aynýdýr". "Farklýlýklar, baþlýca sosyal niteliktedir: Birinci halde, kent merkezleri çevresinde kurulmuþ bulunan tekke'lere okumuþ insanlar gelmektedir; ikinci halde ise, yalnýzca, çoðu kez ümmi halk kitleleri ile temas edilmektedir" (Melikoff, 1994:25). Bedri Noyan ise, ayný doðrultuda bir yorum getirmektedir: "Bektaþilerin, genel olarak köylerde yaþayan bölümüne Alevi denir. Halk arasýnda bunlara Kýzýlbaþ da denir, 'Sofi' de denir. Yani, aslýnda Bektaþi-Alevi inançlarý aynýdýr, görülen fark inançlarda deðil, yönetme tarzýndadýr. Erkânda da ufak deðiþiklikler varsa da, esas birdir" (Noyan, 1995:13, 18). Böylece, Noyan'ýn da ayný çizgide bütünlükten, birlikten yana olduðunu görüyoruz. Türkdoðan da ayný görüþü paylaþarak, "O halde, Alevi ve Bektaþi, düþünüþ ve inançta bir olan, fakat usulleri (yöntemleri) farklý olan iki gruptur" (Türkdoðan, 1995:348, 485-486) demektedir.
Alevi ve Bektaþilerin birbirinden farklý iki inanç ve uygulama sistemi olduðunu savunanlarýn baþýnda Abdülbaki Gölpýnarlý gelmektedir. "Ona göre Bektaþilik öteki tarikatlar gibi bir tarikattýr, bu yola sonradan girilir. Oysa Alevilik âdeta bir mezheptir ve babadan oðla sürüp gider." (Özkýrýmlý, 1993:79).
Alevilikle Bektaþiliði ayýran araþtýrmacýlarda biri de Ýlhan Baþgöz'dür. "Köy Aleviliði deyimini, onu Tekke Bektaþiliðinden ayýrmak için" kullandýðýný belirten Baþgöz'e göre Bektaþilik "Tekke'ler çevresinde geliþen ve yaþayan bir tarikattýr, bir yoldur." Üstelik her isteyen Bektaþi tarikatýna girebilir. Bunun için "Bektaþi ana babanýn belinden inmek gerekmez." Oysa "Köy Aleviliði, Tekke Bektaþiliðinden, birçok bakýmdan ayrýlýr." (Özkýrýmlý, 1993:79-80).
Yine Keçeli "Þehir Bektaþileri, Köy Bektaþileri" ayýrýmýna karþý çýkanlar arasýndadýr. Bunun "Tarihsel gerçeklere uygun olmadýðýný" savunarak, "þehirde oturan ve Osmanlý egemenlerinin güdümündeki Bektaþiler ile kýrsal kesimde oturan, çoðunluðu göçebe olan “Kýzýlbaþ-Alevi” dediðimiz topluluklar arasýnda uzlaþmaz çeliþkiler vardýr. Her ikisini birleþtiren tek öðe Ehlibeyt ve Hacý Bektaþ Veli sevgisidir. Bunun dýþýnda ortak öðe yok denecek kadar azdýr" (Keçeli, ?: 208-209).
Alevi-Bektaþi farklýlaþmasý ya da bütünlüðü konusuna iliþkin görüþleri kavramsal ve kurumsal boyutlarý ile yeniden tartýþmaya açmak amacýnda deðiliz. Ne var ki, Melikoff gibi bir araþtýrmacý bile ikileme düþerek, Musahiplik kurumunun "Alevilere ait ve Bektaþilerde bulunmayan çok mühim bir âdet" (Melikoff, 1994:48) olduðunu; "Alevi" adlandýrmasý yerine kullandýðý "Kýzýlbaþ" deyiminin Þah Ýsmail'in Divan'ýnda geçtiðini, taraftarlarýný ve kendisini adlandýrýrken de Kýzýlbaþ deyimini: "Yüreði dað, baðrý kýzýl yakut gibi kan olmadan, Kýzýlbaþ olmak kimsenin haddi deðildir" (Melikoff, 1994:54-55) örnekleriyle farklýlýðý dile getirmektedir.
Bu baðlamda çoðu bilim adamý ve yazar, Alevilik-Bektaþilik çalýþmalarýnda iki gruba ait örgütlenme biçimlerini, inanç ve deðerleri, baðlý olduklarý ocaklarý, âdet ve töreleri ayrý ayrý ele alma ve tanýmlama gereksinimi duymuþlar; ayrýlýklar ya da farklýlýklar konusunda karmaþýk, ayýklanmasý güç ve bilimsel olmayan birçok bilgiyi birlikte vermek zorunda kalmýþlardýr. Yani Alevilik ve Bektaþilik olgusunu, çok yönlü bir yaklaþýmla, sosyo-kültürel boyutu ve örgütlenme biçimi ile kimse bir bütün olarak ele alýp yorumlamak istememiþtir.
Kargalý örneðinde de, yaþlý mürebbilerle genç kuþak arasýnda, önceden beri sürdürülen ikilem gözlenmiþtir. Burada bu düþünce farklýlýðýný, örnekleriyle belirtmeðe çalýþacaðýz.
"Bektaþilerle farkýnýz ne?" ya da "Alevi ile Bektaþi arasýnda ne gibi farklar vardýr?" sorumuza Hasan Günyeli, köyün bir mürebbisi olarak þu cevabý vermektedir:
"Yanyatýr” denilen millet biziz. Biz Bektaþi ile düþüp kalkmadýk. Onlarýn gidiþatýný (yolunu-yöntemini) görmedik. Bektaþiler siyasete çok giderler. Bizim bu mezhebimiz Hz. Ali Soyu’na ve Ýmam Cafer'e dayanýr... Bizim mezhebimiz hiçbirine uymaz. Bektaþilerin musahip olmasý, gitmesi gelmesi de bize uymaz. Topluluk, onlarda az olur. Toplanýrlar, ama eþlerinden sakýncalý tutarlar. Bizde o yoktur. Biz, eþlerimizle beraber toplanýrýz; ne yaparsak eþlerimizle beraber yaparýz. Bizde dövüþ, kavga, gýybet olmaz. Bizde en sakýncalý, birbirimizin ýrzýný (namusunu) tanýmaktýr. Bu çok sakýncalýdýr. Biz, birbirimizi, gidip de hâkimin karþýsýna dikmeyiz. Evlenmek, hepsi bizde eþiyle gönüllü olur..."
Köyün diðer mürebbisi Hasan Aslan bu sorumuzu çok kýsa yanýtlýyor:
"Aleviler dede ocaðýna, Bektaþiler baba ocaðýna baðlýdýrlar. Bizde dedegan, onlarda babagan oluyor. Baþka farklar, ibadet þeklinde oluyor. Bunlar: üçler, beþler, yediler ve kýrklardýr.”
Alevi-Bektaþi farklýlýklarý konusunda, görüþülenler grubunda bulunan Hüseyin Çelik, mürebbilerden farklý bir yorum yapýyor:
"Þimdi Alevilikte, Bektaþilikte her ne kadar birbirine benzerlik var ise de, ikisi tamamen birbirinden ayrýdýr. Bu nokta, her zaman atlanýr. Bu nokta çok önemlidir. Þimdi biraz ters gelecek ama Alevilikte köktencilik vardýr. Yani bir insan Alevi olmaz; Alevi doðar. Ýþte bu ilkeden, Alevi ile Bektaþi arasýndaki fark budur. Dýþarýdan birisi Tekke'ye girer, Bektaþi olur; yoluna devam eder. Hanýmý (eþi) baþka olabilir. Fakat Alevi hiçbir zaman olamaz. Alevi olabilmek için muhakkak kan karýþýmý meydana gelmesi lazým. Bu, ya Alevi bir kadýnla evleneceksin, ya da Alevi bir erkekle evleneceksin, demektir. Bu evlilik gerçekleþmediði müddetçe, hiçbir kimse kendiliðinden Alevi olamaz... Bu nokta bazen gözardý ediliyor. Evet, þimdiki düþünceye göre ters bir þey. Yani insan, düþüncesine göre istediði ibadeti, istediði yolu seçebilmeli. Ama nedense, Alevilikte bu geçerli olmuyor... Bir insan Alevi’yim derse, muhakkak Türklüðü kabul edecek. Bektaþilerde gayrý muslini insan var. Alevilerin içinde baþka dinden gelmiþ insan katiyen bulunmaz. Aleviler örf ve âdetlerini kaybetmemiþlerdir.
Alevilerin kendine has törenleri olduðu gibi, kendine has giyimleri de vardýr. Hiç bir zaman Tahtacý kadýnlar, üçeteksiz Cem'e durmazlar. Üçetek giyerler, günün kýyafetleri ile hiç bir zaman Cem 'e kadýn çýkmaz. Üçetek zorunludur, baþa da baþlýk takýlýr. Bektaþilerde bu zorunluluk yoktur; günün giyimiyle oluyor. Alevilerde baþlýðýn takýlmasý, gelin olduðu zaman baþbaðlama olayýna dayanýr. Yani baþý baðlanmamýþ gelin, zaten normal gelin statüsüne tabi deðildir. Baþlýðý giyebilmesi için kadýnýn da belirli bir törenden geçmesi lazým. O tören yapýlmayan kadýn, baþýna baþlýk takamaz. Biz bu baþlýða "çeki" diyoruz ki, çeþitli bezlerden yapýlýr."
Alevi-Bektaþi farklýlýklarý konusunda bu açýklama ve yorumlardan çýkan sonucu, Kargalý Alevilerine özgü bir deðerlendirme olarak birkaç noktada toplayabiliriz:
· Bektaþilerle Aleviler arasýndaki en belirgin fark, ocak ve ibadet ve bunlarla ilgili pratiklerde görülür.
· Aile içinde, her toplantý da, özellikle musahiplikte kadýnýn statü ve rolünün etkinliði; eþiyle ayný düzeyde hak ve sorumluluklara sahip olduðu düþüncesidir.
· Bir baþka ayrýcalýk, Alevi olmanýn koþulunun ayný soy ya da mezhepten olanlarýn birbiriyle evlenmesine; "bir insan Alevi olmaz, Alevi doðar" düþüncesine iliþkin yorumlardýr.
· Maddi kültür farký olarak gösterilen törensel giyim-kuþam tarzýdýr.
· Dedelik, mürebbilik, musahiplik gibi kurumlarýn, bu statüdeki kiþilerin seçimi, görevi vb. uygulamalarýn farklý oluþudur.
8. Alevi-Sünni Farklýlaþmasý
Bu çalýþmada ele alýnan önemli sorunlardan biri de Alevi-Sünni farklýlaþmasý ve Alevilerin Sünnilerle olan sosyo-kültürel iliþkileridir. Bu konuda "Alevi-Sünni farklýlaþmasý nedir?" sorusunu, ilk kez köyün yöneticisi olan Muhtar Ýlyas Duman'a soruyoruz. Alýnan cevap çok kýsa ve öz: "insanlar arasýnda fark göremiyorum. Ancak, insanlar arasýnda fark yaratýlýyor. Onlar (Sünniler) bizi 'dinsiz' olarak deðerlendiriyorlar. Aramýzda sadece inanç farký var."
Mürebbi H. Günyeli ise þunlarý söylüyor:
"Sünnilerin topluluðu bizim topluluða uymaz. Sünniler, bizim gidiþatýmýza girmezler. Getirsek, kafasýný orta yere baðlasak, oradan çýksýn, gitsin; gene bize uymazlar. Din aynýdýr da, yaþantý, örf ve âdetler yönünden uymazlar."
Bu konuþma sürerken araya giren Ýbrahim Çelik (1337 doðumlu, köye ilk gelenlerden) þunlarý ekliyor:
"Efendim, biz de 'Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali' deriz. Bu bizde vardýr. Biz Muhammed'le Ali'yi ayýrmayýz. Sünniler, bu Ali'yi ayýrýyorlar. Muhammed Ali'nin kaynatasý, babalýðý, O'nu neye ayýlalým! Sünniler Ali'yi camide öldürdüler; hançerlediler. Onlar, Sünnilere karýþmýyorlar. Ýlk imam Ali'dir, bundan ayrýlýyor. Bizim kavim oradan ayrýlýyor. Kesilen kesilmiþ, kalanlar da kaçmýþ. Biz, bu yüzden bu camiye heves etmemiþiz, gidememiþiz."
Bu konuþmadan sonra H. Günyeli, sözlerine yine devam ederek, camide namazýn doðru kýlýnmadýðýna iliþkin görüþlerini dile getiriyor:
"Camide okunaný, kürsüde hocanýn okuduðunu kafaya katacaksýn; namazý kýlarken arýzan olmayacak; baþparmaklarýný ýrgatmayacaksýn! "Ya Ali, sen bunu neye yapýyorsun?" dediler de, Ali "Ah imkanýný bulsam, baþparmaklarýmý enser mýhý ile çakarým, yerinden kýmýldamasýn diye!" cevabýný vermiþ. Vücut böyle saða sola sallanmaz, namaz kýlarken. Ben 76 yaþýndayým, simden sonra kýlsam günahkâr olurum."
Mürebbi Hasan Aslan ise, farklýlýðý yine çok kýsa olarak açýklýyor: "Bu farklar mý, bize verdikleri emir yukarýdan neyse, ancak biz bunu yapmaya mükellefiz." Yanýmýzda bulunan mürebbi Hasan Aslan'ýn oðlu, söze girerek babasýndan daha deðiþik bir yorum yapýyor:
"Þimdi Alevi toplumunda ibadeti þöyle yapacaksýn diye bir kural yoktur. Ýbadetin belli bir kuralý var zaten; herkes istediði gibi ibadetini yapar. Evinde yapar, tarlada yapar. Dua ederse eder. Bizde, özel gidip de camide dua edilmez. Dua da ibadetin bir parçasýdýr. Mesela anam, "Allah'ým acý gösterme" der. Bu bir ibadettir. Kurban kesildiðinde dua edilir. Ayný bildiðimiz dualar, Allah 'a yakarýþlar. Biz Arapça bilmediðimiz için dualarýmýzý Türkçe ederiz. Bunu herkes de anlar. Sonra duasý olacaksa, "Allah bereket versin; soframýzdan aþýmýzý, ekmeðimizi eksik etme Yarabbi, afiyet olsun" deriz. Ama bunu Arapça ya da baþka bir dilden deðil. Bunu herkes de anlar. Sofra duasý olacaksa, "Allah bereket versin; soframýzdan aþýmýzý, ekmeðimizi eksik etme Yarabbi, afiyet olsun" deriz. Ama bunu Arapça ya da baþka bir dilden deðil Bunu gönülden geldiði gibi yaparýz. Ýbadetler bizde öyledir. Bu tarzda ibadet yaparýz."
Alevi-Sünni farklýlaþmasý baðlamýndaki bu açýklama ve yorumlar, temelde ibadet tarzýna ve bunun uygulanýþ biçimi ile ilgili görüþlere dayanmaktadýr. Kendisiyle uzun uzadýya görüþtüðümüz Ýbrahim Çelik, bu konuya, toplumsal bazda daha farklý bir yaklaþýmla bakmaktadýr:
"Bunlarý amcalarým biliyor da ifade edemiyorlar... Cem töreni (ayini) yapýlýrken herkes divana durmuþtur. Herkes ayaðýný, elini baðlamýþ vaziyettedir. Divanda baþta dede ya da mürebbi bulunur. Belirli bir dua okunur. Bu Allah 'a bir yakarýþtýr. Bu cem'e toplandýk biz, erken salacaðýz. Yani Allah'ýn, Peygamber'in, Hz. Ali'nin adýný anacaðýz (ki üç önemli unsur var). Bu toplantý kadýnlý-erkekli olur. Bu bakýmdan Sünnilerle Aleviler arasýndaki ibadet farký bileþtirilemez. Çünkü Sünni, kadýnlarla birlikte ibadeti, inançlarýna göre tamamen reddeder. Alevi ise kadýnlý-erkekli olmayan ayini ve cem'i kabul etmez."
Hüseyin Çelik'in bu açýklamasý üzerine þu soruyu yöneltiyoruz: "Yani siz Alevilerde kadýna daha fazla deðer verildiðini mi vurgulamak istiyorsunuz?"
"Tabi, tabi. Tabi, þimdi bu neden ileri geliyor? Þundan ileri geliyor. Baðlý olduklarý ocak, On iki imamlarýn geldiði yer. Peygamber efendimizin kýzýndan, Hz. Fatma'dan geliyor. Peygamber efendimizin katkýsý, Hz. Ali'nin katkýsý var. Sünniler bunu hiç bir zaman kabul etmiyorlar. Ýnanç sistemimizde, yolumuzda bunlarýn yardýmlarý olmuþ.
Türklerin daha önceki kadýnlara olan baðlýlýklarý, kadýnlardan oba beyinin seçildiði bilinmektedir. Ýslamiyet kabul edildikten sonra kadýnlarýn toplum üzerindeki etkileri reddedilmiþtir. Bunu (...) o zamandan bu zamana kadar getiriyorlar. Þimdi muhakkak incelenmesi gereken konulardan biri de bu. Acaba Ýmam Zeynel 'in bir katkýsý olmuþ mudur, olmamýþ mýdýr? Bu önemli bir konu. Ama Kuran'a ve Sünni inancýna göre kadýn ve erkeðin bir arada bulunmasý mümkün deðil. Bu bakýmdan ibadetler birleþtirilebilir mi, birleþtirilemez."
"Peki, Hüseyin Bey, Sünnilerle aranýzda, kadýnlar açýsýndan, ibadet yönünden söylediðiniz bu farklar, doðum evlenme ve ölüm gibi olaylarda da var mýdýr?"
"Törensel fark yok. Neden yok, çünkü daha önceki dedeler namaz ve niyaz olaylarýný organize ederek gelen kiþiler.”
Bu konuþmayý sürdürürken söze giren Ýbrahim Çelik (Hüseyin Çelik'in amcasý) þunu ilave ediyor: "Efendim Sünniler cenaze namazýnda ellerini baðlarlar; biz Dar'a[xvii] dururuz; ellerimizi salarýz. Cenaze namazýmýzý da Sünni imam kýldýrýr. Cenaze namazlarýna, Sünni olsun, Alevi olsun herkes gelir. "Yine Hüseyin Çelik, ölüm olayý ile ilgili olarak þu farklýlýklara deðinmektedir:
"Biz üçünde, beþinde, yedisinde, kýrkýnda ve bir de yýlýnda kurban keseriz; yemek veririz. Sünniler gibi mevlit okutmayýz. Dinsel törene gelince: kurban kesildiði zaman bütün köy halký ve dýþarýdan gelenler o yemekten yerler. Ölenin emsali olan dört-beþ yaþlý, cem ayininde yapýlan “süpürge çalma”[xviii] olayýný burada yaparlar. Yani, orada az da olsa, kendi kültürüne göre dinsel bir tören yapýlýr. Dede varsa bu kiþi duasýný yapar; dede olmadýðý zaman dua yapýlmaz."
Bu görüþ ve açýklamalardan da anlaþýlacaðý gibi, Alevi-Sünni farklýlýðýnýn odaðýnda, inanç ve uygulamalarýn yaný sýra kadýnýn toplumsal konumu, rol ve iþlevi bulunmaktadýr. Daha önce söz konusu edildiði gibi, "biz her þeyimizi eþlerimizle birlikte yaparýz" ve "ibadet bunun ayrýlmaz bir parçasýdýr" görüþü, kadýna verilen deðeri göstermektedir. Sünnilerde ise ibadet, kadýnlý-erkekli gruplar halinde yapýlmamaktadýr. Bu yönüyle de iki farklý inancýn birleþtirilmesinin uygun olmayacaðý, bu sözlü anlatýmlarda vurgulanmaktadýr.
9. Alevi-Sünni -Devlet ve Din Ýliþkisi
Denizli'nin Acýpayam yöresinden gelen dokuz aile, bir Sünni grup olarak Kargalý'da yaþamaktadýr. Bu ailelerle görüþme fýrsatý bulunamadýðý için, onlarýn görüþleri burada söz konusu edilememiþtir. Bunun nedeni, Kargalý köyünün salt bir Alevi köyü olduðu noktasýndan hareket edilerek, araþtýrma planýmýzý ve sorularýmýzý sadece bu olguya yönelik hazýrlamamýzdýr.
Bu konuyu, yine mürebbi ve öteki kaynak kiþilerin görüþlerine baðlý olarak açýklayacaðýz. H.Günyeli'ye "Peki, bu Sünnilerle iliþkileriniz nasýl, gidip geliyor musunuz?" sorusunu yöneltiyoruz:
"Cenazemiz filan olunca gidip geliyoruz. Kahveye gelip giderler. Esas topluluðumuza katýlmazlar. Biz de onlarýn camisine yardým yaptýk. Aramýzda zamanýnda problemler oldu. Aðalar onlarý desteklediler. Bizimle onlarýn arasýný açtýlar. Bayaðý silahla çatýþtýðýmýz zamanlar oldu. Þimdi misafirliðe gideriz. Þimdilik iyiyiz. Arazilerimiz içice, gelip-gitmelerimiz eksik olmaz. Ama aramýzda kýz alýnýp verilmez. Yani akrabalýk iliþkilerimiz yok. En fazla Tahtacýlarla iliþki kuruyoruz."
"Hasan Bey, Alevilerle Sünniler arasýndaki sorunlarýn çözümünde görüþleriniz nedir, devlet dine karýþmalý mýdýr?" sorusuna ise Günyeli:
"Tabi karýþmalý, devletsiz olmaz. Diyanet Ýþlerinin bizi de temsil etmesi gerekir" yanýtý karþýsýnda Ýbrahim Çelik: "Devlet Sünni’ye de Alevi’ye de karýþmasýn. Din de, ibadet de insanýn içinden geldiðince yapýlmalý. Devlet buna müdahale etmemeli. Suriye ve Irak'ta devlet buna karýþýyor. Suriye'de devlet Sünnilere büyük bir baský yapýyor; Irak’ta bunun tam tersi oluyor” diyerek, karþý görüþünü dile getiriyor. Yine Çelik, kendi köyleri açýsýndan sorunu açýklamaya çalýþýyor:
"Kargalý köyü burada tektir. Hiçbir Sünni köyle þimdiye kadar kavga etmemiþtir. Niye kavga etmemiþtir? Kargalý köyünün, civardaki köylere karþý bir azýnlýðý var. Fakat civar köylerin Kargalý köyü üzerinde bir tahakkümü (baskýsý) yoktur. Sünnilerin baskýsý yok. Ama þu anda Diyanet Ýþlerini devlet beslediði için, Türkiye'nin genelinde Aleviler üzerinde bir tahakküm meydana getiriyor; patlama bundan ileri geliyor. En küçük örnek Hisarardý ve Karapýnar köyleri (ikisi de Sünni köyü) bu uzlaþmaya örnektir. Daha þimdiye kadar, bizim köye okul yapýlmadan önce, bizim çocuklarýmýz Hisarardý’na gidiyordu. Karapýnar’ýn Okulu yokken, onlarýn çocuklarý da bizim köye geliyordu.”
Hüseyin Çelik, kendi köyleri ile Sünni köylerin iliþkilerini açýklarken kendisine "Hüseyin Bey, Alevilik bir inanç mýdýr, yoksa bir tarikat mýdýr?" diye soruyoruz. Buna çok uzun bir yorum getiriyor. Ancak, bu açýklamasýnda sorunun özüne inemeyerek, sözü devletin Alevilere yapacaðý yardým konusuna getiriyor:
"Daha önce açýkladýðým gibi Alevilik sonradan kazanýlmaz. Bunun tartýþmasý yýllardýr sürüyor. Son zamanlarda Alevilere verilmek istenen para, þayet bu gerekli ise, niçin veriliyor, sebebi nedir? Devletin bunlarý açýklamasý gerekiyor.. Eðer bu gerekli ise, devlet bunu yapmakla kendisini yükümlü hissediyorsa o zaman geriye dönüþ yapýlýr; Diyanet Ýþlerinin Sünnilere bu zamana kadar yapmýþ olduðu yardým Alevilere de yapýlmasý gerekir. Yani Cumhuriyete geri dönülüp oradan gelinmesi gerekir. Þimdi trilyonluk bir þey yapýp, bunu da devletin yüksek kademesinde unvan kazanmýþ, akademik kariyer yapmýþ birinin öne çýkýp da 'ben bunu alacaðým, þunu yapacaðým' diye söz vermesi, bizce doðru karþýlanmýyor.
Ýkinci bir husus, ibadet yapmak için para gerekmiyor; zenginlik de gerekmiyor. Yani biraz önce söylemiþtiniz, "Cem ayini yapýyorsunuz, niye cemeviniz yok?” Burada "güruh” tabir edilen bir toplantý yapýlýr. Bu, belirli olgunluða eriþmiþ kiþilerin evlerinde olur. Yani bu da mürebbilerdir; ya da o gün için kendisini hizmette sayana, yani ileride kendisine bir sevap gelmesi için kendi evini, o günkü yapýlacak cem ayinine ayýrýr ve bundan da mutlu olur. Çünkü Alevilikte her hizmetin karþýlýðýnýn öbür dünyada geleceðine inanýþ vardýr... Bunun için, illa ki boyalý bir binayý da ihtiyacýmýz yok. Herkesin evi bir ibadet yeridir. Bizim düþüncemize göre cemevine de ihtiyacýmýz yok. Olsa iyi olmaz mý, iyi olur. Neden olur, orasý bir kültür merkezi olur; icabýnda kitaplar da konur. Danýþýlacak bir merkez olduðu zaman, insan gidip danýþabilir. Bunun faydalarý var. Faydalarý olmayacak da deðil, ama bunlar var diye de, zorla cemevi yaptýracaðým diye de vatandaþý zorlamanýn hiç bir alemi yok. Alevilerin burada cemevleri yok, ama ayinlerini devam ettiriyorlar. Cemevleri için yapýlacak bu yardýmý, biraz politik olarak düþünüyoruz. Politik olarak deðil de gerçek olarak verilecekse, deðindiðim gibi Cumhuriyet'e dönüp oradan gelinmesi lazým. Yoksa göstermelik bir para ile Alevilerin düþüncesi satýn alýnamaz."
Bir baþka görüþmemizde Alevilerle Sünnilerin iliþkileri konusunda bir baþka soruyu, köyün en yaþlý mürebbisi olan Hasan Aslan'a yöneltiyoruz. "Hasan Bey, Alevilerle Sünniler arasýndaki problem nedir ve bu nasýl çözülür, sizce?" diyorum.
"Bunlar, Aleviler eðer kendi tarikatýný güderse, kimse kimseye kötülük düþünmezse çözülür. Ancak, bu bizim Türkiye'de olmayacak bir iþ. 'Neye kýlmýyorsun? der birisi. Herkesin kültür düzeyi yüksek olursa, bu önlenebilir" diyor mürebbi Hasan Aslan. Oðlu Hasan Aslan ise farklý bir yanýt getiriyor: "Bizim aramýzda bir problem yok. Yaratan devlet.. Bizim Kargalý köyü, 1949'da muhtarlýk oldu. O günden bugüne diðer Sünni köyleri ile bir problemi olmadý." Ayný sorunun bir baþka yönünü de muhtar Ýlyas Duman açýklýyor: "Þimdi birbirimizin haklarýna saygýlý davranmak gerekiyor. Mesela mezhepler arasýnda þöyle tartýþmalara gitmeden, herkes kendi mezhebinde özgürce ibadetini etmeli; kimse kimseyi eleþtirmeden þu þöyledir dememeli. Kimse Allah'la kulun arasýna girmemeli. Sünniler benim cehenneme gideceðimi garanti edemez.. Mesela Diyanet Ýþleri’nde Sünnilere para ayrýlýyorsa, Alevilere de ayrýlmalý.”
Köy muhtarýnýn bu açýklamasýna Hasan Aslan karþý çýkarak, "Þimdi ben bunu çeliþkili buluyorum” diyor ve ekliyor:
"Dini para ile yapacaksam, ben bunu yapmam. Dini para ile ölçmemem lazým. Bir Alevi olarak þunu söyleyebilirim:
Bu devletin mademki bayraðýnýn altýnda yaþýyoruz, beraberce bu memleket bizim demektir. Hepimiz, bu memleket için saatinde, gününde nöbetini tutan, savaþan ve ölen insanlarýn torunlarýyýz. Hala da onu devam ettiriyoruz. Neden, çünkü vatan her þey demektir. Biz vatanýmýzý nasýl koruyorsak, bazý çifte standart olmaksýzýn, devlet de görevini insanlar için yapmalýdýr. Sünni-Alevi olarak da yapýlmalýdýr. Daha doðrusu, devlet görevini tüm insanlar için yapmalýdýr. Mesela bana para ayýrmasýn, ibadet yerimi yapsýn. Bizim köy 106 hane, camiye giden, camide ibadet eden hiç yok. Camiyi buraya yaptýrýncaya kadar, bir cemevi yaptýrýrdý... Kimse namaz kýlmýyor. Þimdi devlet baþta ayýrým yapýyor. Burada dört tane, Tepe mahalledekiler için bir cami yaptýrýlýyorsa, Kargalý köyüne, 106 hane için de bir cemevi yaptýrmasý gerekiyordu; ama bize para versin demiyoruz, cemevimizi yaptýrsýn istiyoruz. Ben, Alevi partisi kurulsun da demiyorum. Alevinin partisi olmaz, inancýn partisi olmaz. Ben buna karþýyým... Bizim okumuþluðumuzun az oluþu, Tahtacý kesiminin ormanda, aðaç iþçiliði yaparak yaþamasý, bizi her yerde sosyal bir faaliyete yöneltmiþtir. Kýsaca, kültürü kendimiz yaratmýþýz; aðacý yontmuþuz, kýsrak kuyruðundan tel takmýþýz ve baðlama çalmasýný öðrenmiþiz. Çünkü içimizde bir þeyler var; saz ile söz ile bunlarý dile getirmek istemiþiz...”
Bu söyleþimizin ardýndan Hasan Aslan, kendi yöresinin ekonomik etkinliklerini, sosyal yaþam tarzýný; kýsaca kültürlerini dile getiren ve kendisine ait olduðunu söylediði ezgilerini, sazý ile sözü ile bize okuyor:
"Çiçekler gibi açarlar Baða bahçeye giderler
Kuþlar gibi de uçarlar Baþýna sepet örerler
Nedense tahta biçerler Nedense koyun güderler
Kargalý'nýn güzelleri Þu Dirmil’in güzelleri
Evleri hep kaba taþtan Evde çeyiz ediyorlar
Evlenirler ufak yaþtan Bir þey sorsana a diyorlar
Aklýný alýrlar baþtan Hep okula gidiyorlar
Yeþildere güzelleri Gölhisar'ýn güzelleri
Baþa yazma; yazýyorlar Saçý saça ekliyorlar
Bir yol baksan kýzýyorlar Su baþýnda bekliyorlar
Hepsi havuç kazýyorlar Nedense pancar tekliyorlar
Yusufça'nýn güzelleri Yamadý'nýn güzelleri."
Alevi-Sünni farklýlaþmasý, devlet - din iliþkisi ve Alevi topluluðuna yapýlmasý düþünülen para yardýmý konularýnda anlatýlan, açýklanan bu bilgilerden bazý önemli sonuçlar çýkarabiliriz:
· Bu yöredeki Sünni köylerle Kargalý köyü arasýnda, kuruluþundan günümüze kadar önemli sorunlarýn yaþanmadýðý, gidip gelmelerin, ziyaretlerin kesilmediði görülmektedir. Buna karþýn sosyal bütünleþme ya da kültürleþme açýsýndan etkileþimin olmadýðý söylenebilir.
· Ýnanç ve ibadet ayrýlýðý, kadýnýn Alevi toplumundaki konumu, deðer yargýlan, cemevi-cami kutuplaþmasý ya da zýtlaþmasý, akrabalýk iliþkileri, kýz alýnýp verilme âdetinin olmayýþý vb. sosyal nitelikli farklar; iki kesimin kaynaþmasýný, yakýnlaþmasýný önleyen etkenler olarak düþünülebilir.
· Sünni köylerin çoðunlukta olmasýna ve Kargalý köyü üzerinde herhangi bir zorlama yapmamasýna karþýn devletin bunu uyguladýðý, bu nedenle Alevilerin inanç ve ibadetlerine karýþmamasý, telkinde bile bulunmamasý, herkesin ibadetini istediði tarzda yapmasý gibi görüþler; devletle Alevi topluluðu arasýndaki uyuþmazlýðýn bir baþka yönünü oluþturduðu vurgulanabilir.
· Alevilerle Sünniler arasýndaki sorunlarýn çözümünde, iliþkilerin düzeltilmesinde,. Sünnilerin Alevilere "dinsiz" olarak bakmasýnda, yapýlacaðý söylenen para yardýmýnýn etkin bir rol oynamayacaðý, ancak bunun eðitim düzeyinin yükseltilmesine ve hoþgörünün yaygýnlaþmasýna baðlý olduðu savunulmaktadýr.
· Cemevi yapýmý için ortaya atýlan devlet yardýmýnýn biraz politik olduðu ve Alevilerin düþüncesini satýn almak gibi bir amaca yönelik bulunduðu kuþku ve endiþesini taþýdýklarý belirtilebilir.
III. SONUÇ
Batý Anadolu'da göller yöresinde bulunan Kargalý Köyü Tahtacý Alevilerini konu edinen bu araþtýrma; gözlem, görüþme ve örnek olay tekniklerinin denendiði bir alan çalýþmasýdýr.
Araþtýrma düþüncesi ve amaçlarýmýz doðrultusunda küçük bir köyde yaþayan Alevilerin inanç, örf, töre ve ibadet biçimleri ve bunlarla ilgili törenleri, dinî lider konumunda bulunan kaynak kiþilerle, örnek olay grubuna girenlerin kendi aðýzlarýndan derlenip yorumlanmaya çalýþýlmýþtýr. Bir baþka söyleyiþle, söz konusu Alevilerin kendilerini nasýl görüp deðerlendirdikleri; Alevilik, Bektaþilik, Sünnilik ve bunlarla toplumsal etkileþim konusunda neler düþündükleri; yaþayan ve topluluðu biçimlendiren, yönlendiren norm ve deðerlerin neler olduðu bir bütün olarak betimlenmiþtir.
Elde edilen bulgularý özetlemek gerekirse, araþtýrmanýn sonucu olarak þunlar söylenebilir:
· Kargalý Köyü Alevileri, bu yöreye sonradan gelip yerleþen ve Tahtacý kimliði ile varlýðýný sürdüren bir topluluktur.
· Alevilik inanç ve gelenekleri, çok eskilere ve oradan da Ýzmir-Narlýdere Ýlçesi’ndeki Yanyatýr Ocaðý’na dayanmaktadýr.
· Kargalý da Alevilikle ilgili tören ve uygulamalar, yýlda bir kez köylerine gelen Alevi dedesi ya da köyde mürebbi statüsü ile görev yapan kiþilerce yönetilip yönlendirilmektedir.
· Musahiplik (kardeþlik, ahret kardeþliði), koþullarý, kurumsal nitelikleri ve iþlevleri ile Alevilere özgü bir davranýþ kalýbý ya da âdeti olarak etkinliðini günümüzde de devam ettirmektedir.
· Alevilikte dinsel ve sosyal nitelikli suçlar ve bunlara uygulanan yaptýrýmlarý kapsayan düþkünlük (en büyük günah), bize göre etkinliðini ve yargýlama gücünü kaybeden bir gelenek olarak korunup yaþatýlmaktadýr.
· Kargalýda Alevilikle ilgili ibadetlerin temelinde "Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali" üçlemesi, cem ayini, 11 günlük Muharrem orucu ve ardýndan yapýlan aþure töreni ve "Cebrail" adý verilen kurban kesimi bulunmaktadýr.
· Kargalý köyü Alevileri, soy-sop, dedelik, mürebbilik, musahiplik, evlilik ve aile kurumu; giyim-kuþam ve Alevi olmanýn koþullarý ve yaptýrýmlarý yönünden Bektaþilerden farklý bir sosyal yapýya sahip olduklarý inancýný taþýmaktadýrlar.
· Bu köyde, Alevi-Sünni farklýlaþmasýnýn dinsel, törensel inanç ve âdetlerden; kadýn-erkek iliþkileri, statü ve rollerden; giyim-kuþam alýþkanlýklarý vb. tutum ve davranýþlardan kaynaklandýðý söylenebilir.
· Alevi-Sünni ve devlet iliþkilerinde, yaþlý mürebbilerle genç kuþaklar arasýnda görüþ ve düþünce farklýlýklarý bulunmaktadýr. Mürebbiler: "devletsiz olmaz, Aleviler de Diyanet Ýþleri’nde temsil edilmeli; devlet bize de cemevi yaptýrmalý" gibi görüþleri savunurken, genç kuþaklar: "devlet Alevi’nin de Sünni’nin de inanç ve ibadetine karýþmamalý, aralarýnda ayrýcalýk yaratmamalý" tarzýndaki karþýt savlarýný ve tepkilerini dile getiriyorlar.
KAYNAK KÝÞÝLER
Soyadý, Adý Doðum Tarihi Doðum Yeri
ASLAN, Hasan (Mürebbi) 1333 Serik Ýlçesi/Antalya
ASLAN, Hasan 1959 Kargalý K./Gölhisar
ÇELÝK, Ýbrahim 1337 Kocabaþ K./Denizli
ÇELÝK, Hüseyin 1949 Kargalý K./Gölhisar
DUMAN, Ýlyas (Köy Muhtarý) 1948 Kargalý K./Gölhisar
GÜNYEIÝ, Hasan (Mürebbi) 1338 Bayram K./Finike
KAYNAKLAR
ANDREWS, P. Alford: "Türkiye'de Etnik Gruplar", Çev. Mustafa Küpüþoðlu,
Ýstanbul 1992.
---------------------- : Ana Britanica, cilt: 20, Ýstanbul 1986.
ATALAY, Ali Adil: Ýmam Cafer-i Sadýk Buyruðu, Can Yayýnlan, Ýstanbul 1986. AYHAN, Ali-TURGUT, Ýhsan: "Kargaü Köyü", Gölhisar Gazetesi, Ekim 1995. BENDER, Cemþid: 12 Ýmam ve Alevilik, Berfîn Yayýnlarý, Ýstanbul 1994.
ERÖZ, Mehmet: Eski Türk Dini ev Alevilik-Bektaþilik, Türk Dünyasý
Araþtýrmalarý Vakfý,Ýstanbul 1992.
FIÐLALI, Ethem Ruhi: Türkiye'de Alevilik-Bektaþilik, Selçuk Yayýnlarý, Ýstanbul
1994.
GIDDENS, Anthony: Sosyoloji, Eleþtirel Bir Giriþ, Çev. Dr. Ruhi Esengün-
Dr. Ýsmail öðretir, Ýhtar Yayýncýlýk,Ýstanbul 1993.
GÖLPINARLI, Abdülbaki: Oniki Ýmam, Der Yayýnlarý, Ýstanbul 1989.
-------------------: Türkiye'de Mezhepler ve Tarikatlar, Gerçek Yayýnevi,Ýstanbul,
1969.
GÜVENÇ, Bozkurt: "Ýnsan ve Kültür", Sosyal Bilimler Derneði Yayýnlarý, Ankara-
1972.
-------------------: Kültür Konusu ve Sorunlarýmýz, Renizi Kitabevi, Ýstanbul, 1985.
KEÇELÝ, Þakir: Alevilik, Bozkýrda Yanan Ateþ, Emet Matbaacýlýk,Ankara
1975.
KORKMAZ, Esat: Alevilik-Bektaþilik Terimleri Sözlüðü, Ant Yayýnlan, Ýstanbul
1993.,
MEIÝKOFF, Ýrene: Uyur Ýdik Uyardýlar, Çev. Turan Alptekin, Cem Yayýnevi,
Ýstanbul 1994.
NOYAN, Bedri: Bektaþilik-Alevilik Nedir?, Ant/Can Yayýnlarý,Ýstanbul 1995. ÖRNEK, Sedat Veyis: Etnoloji Sözlüðü, AÜDTCF. Yayýnlarý, Ankara 1971.
---------------------- : Türk Halkbilimi, Türkiye Ýþ Bankasý Kültür Yayýnlarý,
Ankara, 1977.
ÖZKIRIMLI, Atilla: Alevilik-Bektaþilik, Toplumsal Bir Baþkaldýrýnýn Ýdeolojisi",
Cem Yayýnevi, Ýstanbul 1993.
POWDERMAKER, Hortense: Saha Çalýþmasý, Çev. Beylül Dilekçigil, Sosyoloji
Konferanslarý, Yirmi Dördüncü Kitap, Ýstanbul Üniversitesi Yayýnýno: 3732,
Fakülte Yayýn no: 544, Ýstanbul 1993.
SARAN, Nephan: Antropoloji, Ýnkýlâp Kitabevi, Ýstanbul 1993.
SENCER, Muzaffer-SENCER, Yakut: Toplumsal Araþtýrmalarda Yöntembilim,
TODAÝE. Yayýnlan, Ankara 1978.
TÜRKDOGAN, Orhan: Bilimsel Deðerlendirme ve Araþtýrma Metodolojisi,
MEB. Yayýnlarý: 869, Bilim ve Kültür Eserleri Dizisi: 139, Ýstanbul 1989.
YOUNG, V. Pauline: Bilimsel Sosyal Ýncelemeler ve Araþtýrma (1958), Çev. Dr.
Gazanfer Bingöl ve Prof. Dr. Necati Ýþcil, Ankara 1968.
ZELYURT, Rýza: Öz Kaynaklarýna Göre Alevilik, Yön Yayýncýlýk,Ýstanbul 1992.
[i] Kültür Bakanlýðý Yayýnlarý, Türk Halk Kültürü Araþtýrmalarý 1995, Ankara-1996; Türk Dünyasý Araþtýrmalarý, Sayý 108, Haziran 1997.
[ii] 2 S.D.Ü.Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü Öðretim Üyesi
[iii] Bozkurt Güvenç, Ýnsan ve Kültür: Antropolojiye Giriþ, s.62, Ankara-1972
[iv] a.g.e., s. (V-VII)
[v] Burdur’un Alevi-Bektaþi kimliðine ve kültürüne sahip öteki köyü, Niyazi Baba Dergâhý’nýn bulunduðu ve adýný Niyazi Baba’dan alan Niyazlardýr. Niyazlar köyü, Burdur’un Yeþilova ilçesine baðlý bir Bektaþi köyüdür.
[vi] Þair Osman AKKOÇ
[vii] Mustafa Ayan-Ali Ýhsan Turgut (Kargalý Köyü Ýlkokul öðretmenleri): "Kargalý Köyü", Gölhisar Gazetesi, Ekim 1995.
[viii] Kült: Yüce ve kutsal olarak bilinen varlýklara karþý gösterilen saygý, onlara tapýnýþ. Bu saygý ve tapýnýþ duayý, kurbaný, belli ritleri gerektirmektedir. Tapýnaklar, toplantý evleri, kutsal olarak bilinen alanlar, tepeler, maðaralar, nehirler kült yeri olarak kullanýlýr; kült için bayram ve tören gibi belli zamanlar seçilir; kült araçlarý bulundurulur; en önemlisi de bu amaçla toplanmýþ bir cemaat ile cemaati yöneten bir lider gereklidir. (S. Veyis Örnek: Etnoloji Sözlüðü, Ankara 1971 s. 147-148
[ix] Mürebbi:
a) "Rehber: Görgüsü yapýlanlara ve ceme katýlanlara yardýmcý olur. Dikme, yol-eri, mürebbi, baba da denir. Dede gelmemiþse, cem'leri idare eder" (Fýðlalý, 1994:336)
b) "Mürebbi. Ar (mürebbi a. mürþit (Korkmaz, 1993:259)
c) "Rehber, talebe ýþýða, aydýnlýða giden yolu gösteren kimsedir. Pirin yardýmcýsý, pirin bulunmadýðý yerde ve zamanda onun vekilidir" (Özkýrýmlý, 1993:226).
d) "Alevilikte ilk mertebe (aþama)dýr. Ýlk basamak olmasý nedeniyle sýnýrlý haklara sahiptir. Musahiplik yetkisine sahip deðildir. Mürebbi ve baba ilk kademe olmasý nedeniyle Alevi Cemaati tarafýndan seçilir. Cemaat isterse, mürebbilik görevini adaydan alabilir. Görülüyor ki, burada seçim mürþidin talipler arasýnda en yetkili kiþiyi tercihine baðlý olmaktadýr." (Türkdoðan, 1995:55-56)
e) Kargalý’da mürebbi Hasan Günyeli'ye göre "mürebbiyi topluluk seçer, dede gelir, bunu onaylar. Bir adam mürebbi olduðu zaman, bu görevi, eðer suç iþlemezse ölünceye kadar yapar."
[x] Gölhisar Gazetesi, Ekim 1995
[xi] Emik-Etik Yaklaþým: Prof. Dr. Bozkurt Güvenç'e göre emik yaklaþým (Malinowski'den alýntý): "...Yerli insanýn görüþ açýsýný, hayatla olan iliþkilerini, kendi dünyasýný kendisinin nasýl gördüðünü anlamak ve yansýtmaktýr" (Güvenç, 1972:153; 1985:43); yine Prof. Dr. Orhan Türkdoðan'a göre: "Araþtýrmacý herhangi bir kültürü araþtýrýrken konuyu, kendisinin anladýðý gibi deðil, o kültür halkýnýn algýladýðý biçimde yorumlamasý gerekir. Bir baþka ifadeyle, görüþmeci, olgularý incelerken azami ölçüde kendi kültürel nirengi (referans) noktalarýndan uzaklaþmasýný becere-bilmelidir." (Türkdoðan, 1995:47). "Pike'a göre, emik yaklaþým bir kültürün yapýsýný (düzenini) yansýttýðý halde, etik yaklaþým bu iþi kesinlikle yapamaz." (Güvenç, 1985:42). Kýsaca, "kültürü, gözlenen aktörlerin kendi anlam, iliþki ve nedensellik yönünden incelemek anlamýna gelen emik yaklaþým ile kültürü, gözlemcinin seçeceði daha genel bir anlam, iliþki ve nedensellik düzeni arasýnda önemli farklar vardýr." (Güvenç, 1985:42)
[xii]Ýmam Cafer-i SADIK: "Ýmam Ca'fer'üs Sâdýk, hicretin sekizinci yýlý Rebiulevvelinin onye-dinci cuma günü bu aleme teþrif etmiþlerdir; ayný yýlýn Recebinin ilk günü doðduklarý da rivayet edilmiþtir" (Gölpýnarlý, 1989:99). Bir baþka kaynaða göre "Altýncý Ýmam: Cafe'üs Sadýk, 699 yýlýnda Medine'de dünyaya geldi. Babasý Ýmam Bakýr ve annesi ise Muhammed bin Ebubekir'in torunu Ümmü Ferve'dir. Cafer'üs Sadýk'ýn imamlýðý Emevilerin yýkýlýþý ve Abbasiler'in kuruluþ dönemine rastlar. Ýmam Cafer'üs Sâdýk(....) Ehlibeyt düþüncesini Caferiye adý da verilen bir sistem ve felsefi düþünce içinde toplamýþtýr." (Bender, 1994:57). "Ýmam Cafer'üs Sadýk yönetimin uyuþmasý ve çökmesi ile birlikte Ýslamiyeti Ehlibeyt düþüncesi içinde yayma þansýný yakaladý. Ýmam Cafer'üs Sadýk 2 Eylül 799 günü Abbasi Hükümdarý Mansur tarafýndan zehirle þehid edildi" (Bender, 1994:58). Ýmam Cafer'in kurduðu mezhebe de Caferilik adý verilmiþtir." Genel bir tanýmla Caferilik, Ýmamiyye'nin Cafer'i Sadýk'ý imam kabul eden ve imamlýðýn ondan sonra oðlu Musa el-Kazým'a geçtiðine inan koldur. Ýmamiyye'den olanlar Cafer dahil ilk altý imamda (Ali, Hasan, Hüseyin, Zeynelabidin, Muhammed el Bakýr, Cafer-i Sadýk) birleþmiþler, ama onun ölümü üzerine yedinci imamýn kim olacaðý konusunda ayrýlýða düþmüþler. Cafer'in öteki oðlu Musa el-Kazým'a baðlanan Ýmami'ler ise asýl Ýmamiyye'yi temsil etmiþlerdir. Ýþte on iki imamý kabul ettiði için Ýsna Aþerriyye de denilen bu mezhebe, ibadette, muamelede ve inançta Cafer'i Sadýk'a uyulduðu için Caferiyye (Caferilik), bu mezhepten olanlara .da Caferi .denilir." (Özkýrýmlý, 1993:39)
[xiii] Güruh: Topluluk, cemaat.
11Talip: "Tarikata girmek isteyen kimse; bu amaçla ikrar ayinine alýnan kimse" (Korkmaz, 1993:342). Talip "Alevi toplumsal hiyerarþi modelinde ilk aþama: Talip kademesidir. Talip, musahip olmak için tüm hazýrlýðýný yapan, görgü ayininde gereken pratiklerin yürütülmesine talepte bulunan kiþidir." (Türkdoðan, 1995:489). Talip'in yol göstericisi ise rehber veya mürebbidir. Alevi buyruðuna göre, "talip demek, musahip ve mürebbisine ikrar veren, bir de iden konuþan" demektir.
[xv] Hayýrlý: "Mürþit/dede tarafýndan kimi hizmet aþamalarýnda okunan dua" (Korkmaz, 1993:164). "Hayýrlý almak: Bir hizmeti yerine getirmek için mürþit’in/dede'nin duasýný almak." (Korkmaz, 1993:181).
[xvi]Ýkrar: "Tarikata girmek için verilen söz" (Korkmaz, 1993:181).
[xvii] Dâr'a Durmak: "Cemaatin ve Dede'nin önünde, canýný yol uðruna vermeye hazýr olduðunu bildirmek için, niyaz ederek meydanýn ya da meydan odasý'nýn ortasýna gelerek, ayaklar mühürlenmiþ, kollar göðüste çapraz, baþ öne eðik durmak." (Korkmaz, 1993:88).
[xviii] Süpürge Çalma: "Alevilikte Oniki hizmet sýralamasýnda yer alan görevlerden biri. Cem ayini sýrasýnda yapýlan bir hizmettir. Temizlenme anlamýna gelir. Bugünkü koþullarda herkes evini yeterince temizlediði için bu görev yere üç kez süpürge çalma þeklinde simgesel olarak yapýlýr." (Kaynak Kiþi: Hüseyin Çelik).
|